top of page

TANRININ SIRRI

Meğer Tanrı’nın binlerce yıllık suskunluğu, yeryüzündeki gözdesi insanın işine karışmak istemediği ya da kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi onları dünya nimetleriyle sınamak için değilmiş. İnsanoğlunun bitip tükenmez kibrine, işlediği onca günaha karşı büründüğü ketum sessizlik, insan aklına olan muhtaçlığından, o cıvık çamur parçasının bir gün gelip O’nu gerçek manada bir Tanrı’ya dönüştüreceğini bildiği içinmiş. Meğer şu eğreti insan aklı, O’nu hiçle her şey arasında sıkışıp kalmış anlamsız bir varlıktan yüce bir Tanrı’ya dönüştürecek yegâne kudretmiş. İnsanoğlu dile gelip O’na bir isim vermeden önce henüz O, Tanrı bile değilmiş.

Oysa insanın olmadığı dönemlerde hiçbir melek Tanrı’ya ne bir isim vermiş ne de O’nu tarif etmeye kalkışmıştır. Şimdi bile cennette Tanrı, sadece her şey olarak bilinir. İnsanoğlunun o bozguncu aklından önce hiçbir varlık, Tanrı’nın ne olduğunu bir kez bile düşünmemiştir. Zaten melekler için Tanrı, sadece bilmekten ibarettir. İnsanoğlunun düşünce dediği şeyse, bu hikâyede de olduğu gibi, Tanrı’nın var ettiği gerçeklerde zaaf aramaktan, kendilerini O’nun yerine koyma arzularından başka bir şey değildir.

Bunca zaman sonra, Tanrı’nın benim gibi bir şeyi yaratıp insanoğlunun başına musallat etmesinin nedenini de şimdi anlıyorum. Bir zamanlar sahip olduğum sonsuz olanaklarla dolu o görkemli krallığı bana bahşetmesinin nedeni, insanlara Tanrı olmanın sadece güçle ilgili olmadığını göstermek, bana olan nefretleri üzerinden onlara kusursuz bir Tanrı hayali kurdurmak içinmiş. Hatta sadece beni değil, evrendeki her şeyi bu uğurda, Tanrı hayallerinde onlara ilham versin diye var etmiş. Meğer Tanrı’nın insandan arzusu O’na kulluk etmesi değil, sahip olduğu sonsuz kudrete anlam kazandırması, bunu da O’nun buyruğu dışında, kendi iradeleriyle yapmalarıymış. Ne tuhaf! Yokluğun içinde tüm varlık alemini yaratan ve o alem içindeki her şeye anlam veren Tanrı, bir tek kendine bir anlam verememiş. O anlamı bulmak için de İsa’dan sonra tam 2121 yıl, on bir yaşında bir oğlan çocuğunun zihninde O’nu kusursuz bir Tanrıya dönüştürecek nihai düşünceyi beklemiş. Meda’nın zihninde Tanrı’yla ilgili o son düşünce oluşuncaya kadar Tanrı ile ilgili anlatılan her hikâye, meğer bu son hikâye için sadece birer bahaneymiş.

Bu sürecin en trajik yanı da Tanrı’nın bu hikâyeyi anlatmak için beni seçmiş olması. Ona sunduğum onca hizmetin sonunda bana cılız bir insan bedeni ve yarım bir insan ömrü lütfedip onu da küçücük bir fanus şehirde, Meda’nın annesiyle birlikte yaşadığı dairenin tam karşısında bulunan otuz yedi metre karelik bir evde bu hikâyeyi yazarak tamamlamamı istemesi.

Öyle olsun! Madem hiçbir peygamberin tek bir gün bile dayanamayacağı görevi yüz binlerce yıl sadakatle yerine getirmemin ardından Tanrı bana böyle bir son laik görmüş; bu hikâyeyi anlatmak da benim görevim olsun! Tanrının o sual olunmaz arzusu, şu evrenin içine sıkışmış zamanın her anında olduğu gibi bir kez daha vücut bulsun!

***

bottom of page