top of page

İKİ

Sabah gözünü açtığında Mete’nin ilk gördüğü, yatağının hemen yanındaki komodinin üzerinde duran küçük bir cam şişe oldu. Hayatına da yatak odasına da tamamen yabancı olan parmak büyüklüğünde minyatür bir cam şişe… Yatakta doğrulup uykulu gözlerle şişeye baktı tekrar. Sonra da şişeyi eline alıp yavaşça bir ileri bir geri yatırarak içindeki saydam sıvının akışını izledi. O şişenin orada ne aradığını içindeki sıvının akışkanlığından anlayabilirmiş gibi. Elindeki şişeyle ayağa kalktıktan sonra da kafasını çevirip yatağın boş olan tarafına, önceki gece Deniz’in uyuduğu tarafa baktı.

Mete salona gidip Deniz’in evde olmadığını fark ettiğinde, “Deniz çekilmiş!” diye geçti aklından. Bu iki sözcüğün özetlediği, dün geceki o saçma sapan kavgalarından sonra Deniz’in erkenden kalkıp evden gittiğiydi. Mete bunu çok da umursamadı ama onun bu umursamaz hali bir gece önce ikinci yılını dolduran ilişkilerini önemsemediği için değil, Deniz’in huyunu bildiği içindi. Deniz ne zaman Mete’yle tartışsa saatlerce ortalardan kaybolur ama sonunda hep geri dönerdi. Deniz’in met cezriydi bu. Sonra Mete elindeki şişeyi tekrar komodinin üzerine koyup tam sekiz saattir damarlarında dolaşan zehirden habersiz, doğruca banyoya gitti.

Aşağı yukarı yirmi dakika sonra Mete duştan çıkıp yatak odasına geçti tekrar. Kendine gardırobundan bir pantolon ve gömlek seçip ayaklı boy aynasının karşısında giyinmeye başladı. Gömleğinin düğmelerini iliklerken Deniz’in bu ayna için yaptığı yakıştırma geldi aklına:

“Bu ayna senin tahtın, öyle değil mi? Şu aynadaki haline bir bak! Mağrur bir kral sanki! O adam gerçekten sen misin, bazen hiç emin olamıyorum.”

Deniz’in sözlerini hatırlamak sadece Mete’yi değil, aynanın ahşap oymalı çerçevesi içinden ona bakan kralı da gülümsetti. Her ikisi de Deniz’in ne demek istediğini anlıyor, üstelik onu bir parça haklı da buluyordu. Ama Mete’ye göre kendini beğenmek, insanın geçerli bir nedeni yoksa zaaftı sadece. Yoksa insanın kendini beğenmesinden daha doğal ne olabilirdi ki? Hatta her sabah aynanın karşısına geçip biraz kendini beğenmek, bir fincan kahve içmek gibi insanın zihnini açıyordu. O sabah, damarlarında dolaşan zehir sonunda etkisini gösterinceye kadar Mete kendini hiç olmadığı kadar iyi hissediyordu.

Ama sonra, Mete yüzünde koca bir gülümsemeyle kemerini bağlayıp son bir kez daha aynaya baktığında birden gözleri karardı. Tüm gücü bedeninden çekilmiş gibi yere, dizlerinin üzerine çöktü. Bilincini yitirmeden hemen önce gördüğü son şeyse, aynadaki kralın hala ayakta dimdik durduğu oldu. Elleriyle yere tutunmaya çalışıp şaşkınlıkla aynaya baktı tekrar. Hala ayakta duran kralla son bir kez daha göz göze geldikten sonra da bilincini tamamen yitirip öylece yere yığıldı.

Dün gece Mete’nin son kadehine Deniz’in koyduğu zehrin ilk işaretiydi bu. Deniz nihayet Mete’nin kendiyle, daha doğrusu aynadaki o adamla yüzleşmesine karar vermiş, üç hafta çantasında taşıdıktan sonra dünyanın öbür ucundan getirdiği zehri fark ettirmeden Mete’nin bardağına döküvermişti. İçinde panzehir olan o küçük şişeyi oraya, komodinin üzerine bırakan da Deniz’den başkası değildi.

Black and White Modern Minimalist Love Story Book Cover-2.png
bottom of page